Yazar: Tess Gerritsen
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa: 275
Boston'daki Çin Mahallesinde kesik bir el bulunur. Ardından bir binanın çatısında da elin sahibi. Simsiyah giyinmiş bir kadındır bu ve boğazı bir kılıçla kesilmiştir. Cesedin yanında bulunan susturuculu silah ise akla kiralık katil olasılığını getirmektedir.
Araştırmaları, Maura Isles ile Jane Rizzoli'yi on dokuz yıl önce Çin Mahallesi'ndeki bir restoranda yaşanan tüyler ürpertici bir katliama ve bu katliamla bağlantılı görünen kayıp kızlara götürür. Tanıklıklarına başvuramadıkları bu kızlardan biri, bütün olayların kilit noktasındadır ve söyleyecek çok şeyi vardır.
Sanırım Tess’ten bir şaheser okudum. Size göre öyle
gelmeyebilir ama benim gözümde bu kitap kadının en iyileri arasında yer alacak
her zaman. Öyle bir kitaptı ki yıllar yıllar öncesinde aşk romanlarıyla dalga
geçen; elinde Brown, Chattam, Grange, Craig Russell, Agatha vb. birçok yazarın kitaplarıyla gezen küçük
bir kızı hatırlamama neden oldu. Sanırım polisiye – ama iyi bir polisiye –
benim her daim bebeklerim arasına girmeye müsait.
Yazar kitabın sonunda belki de en kişisel romanımdı demiş,
bağlantıyı bu cümleyle kurmam ayıp olsa da Çin’i anlatmasıyla Tess gerçekten
kendi geçmişinden kesitler, hikayeler sunmuş diyebiliriz. Ve bir kurgu yaratmış
ki tam ağzıma göreydi demeliyim. Belki tahmin edebiliyorsunuz kitabın belli
yerlerinde, ama yine de son okuduğum Grange romanını düşündüğümde – Kaiken –
Tess ondan çok daha iyi bir hikaye kurmayı becermiş bence. Kitap bir Rizzoli
kitabıydı, o yüzden her şekil benim daha çok seveceğim bir hikaye demekti. Bu
Maura’yı sevmediğimden değil, Jane’in hikayelerinin hep sanki bir nebze daha
heyecanlı geçmesinden. Yalan söylemeyeceğim, bir de Gabriel faktörü var evet.
Kitaptan kısaca bahsedeceğim, nispeten kendi duygularımın
ağır bastığı bir yorum olacak gibi. Boston’daki Çin Mahallesi’nde 19 yıl önce
işlenen cinayetlerin aslında göründüğü gibi olmadığından yola çıkıyor hikaye.
Peki kim, niye bir gecede bütün bir yeri kan gölüne boğmuş, bunun cevabı tabi
ki en sonlarda. Kaçırılan kızlar, garip bir yaratığın – insana benzer bir
primatın – İrlanda mafyası üyelerinin dahi altlarına işemesine neden olacak
ürkütücülüğü, kanlı sahneler, uzun kılıçlar, tek hamleli infazlar... Dolu dolu
ve bir o kadar ilginç bir kurgu. Evet katili tahmin edeceksiniz muhtemelen, tek
minik nokta tekil olmamaları. Yaratığı da anlayacaksınız zannımca, ama yine de
kitabı bitirdiğinizde “vay anasını” diyip karşı duvara bakakalacaksınız bence.
Bende tam olarak böyle oldu yani.
Bir de kitap bana acayip kısa geldi. Tamam sayfa sayısı 275
olabilir ama Doğan Kitap’ın baskısını bilirsiniz, uzun uzundur sayfaları, hiç
de asıl sayı kadar değildir. Bu sefer – artık nasıl okuduysam – kendimi
kaybedip farkına varmadan sayfaları motor gibi çevirmişim.
Kitapta bir de Frost faktörü var. İlk kitaplarda ara sıra ön
safhalarda gördüğümüz Frost kesinlikle dizisindeki gibi öne çıkmaya başlamış
(dizi dedim, Lee Thompson Young geldi aklıma :/ ). Tess’in ona daha çok yer
vermesi çok hoşuma gitmeye başladı, çünkü saf ya da sıkıcı bir karakter değil.
Jane’i tam olarak dengeleyebilecek bir karakter ve nihayet boşanmasının ardından
daha bir aramızda. Alice’i de yakın bir zamanda unutsa iyi olur. Frost’un
yanında sanırım bir de ekibin sürekli üyesine dönüşebilecek Johnny var, ktiabı
bitirdiğinizde Jane’in onu neden yanında tutmak isteyeceğini anlayacaksınız.
Jane’in ailesinde işler karışık. Korsak ve annesi evlenme
kararı alıyorlar ama küçük kardeş Frankie kuduruyor gibi bir şey. Gabriel’ı da
resmen koklata koklata yazıyor yazar, ama onun da aşırı korumacılığına şahit
oluyoruz. Belirtmem gerekir, sanırım Jane’in ölüme en çok yaklaştığı sahne bu.
Ne Siliniş’in sonu, ne Mefisto Kulübü, Cerrah dahi değil bence. O yüzden de
kalbimiz gümbür gümbür atarak okuyorsunuz kitabı.
Bana bıraksanız saatlerce methiye dizer, kitabı açıklarım.
Maura’nın çocukluğuna bile inebilirim, o yüzden kısa keselim. Maura demişken de
bir dakika şimdi – Tamam kadın buz gibi bir şey, ama onun da kalbi var. Hala
Daniel’ı unutamadı gitti ama yine de umut var bence. Mesela Mefisto’daki adamı
düşünsün artık lütfen, onun yalnızlığı beni dahi bunalıma sokmak üzere. Ölmesin ayrıca da lütfen.
zı yazarları da kendi dilimde okumayı daha çok seviyorum. Zaten çevirmenleri şahane olduğundan da herhangi bir sorun çıkmıyor. İçimdeki polisiyeci kıza selam çakan bu kitabı da kitaplığımın en güzel yerlerinden birine yerleştireceğim gibi.
0 Yorumlar